lçin Poyrazlar’ın yazdığı devlet, tarikatlar, çocuklar ve hurafeler ekseninde dönen polisiye roman ‘Çıplak Kalp’ Doğan Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. İdealist polis Suat Zamir’in macerası Poyrazlar’ın yeni kitabı ile devam ediyor. Komiser Suat Zamir’in üçüncü macerasında bugüne ve Türkiye’ye dair birçok probleme vurgu yapan yazar ile KARAR okurları için konuştuk.
Elçin Hanım Çıplak Kalp romanınızda çok açık bir şekilde günümüz sorunlarından birisi olan tarikat ve cemaatlere gönderme var. Bu bana milliyetçilik ve dinin siyasi ve ticari erkler tarafından yıllarca kullanılmasını hatırlattı. Eskiden doğu toplumlarında bu durum daha yaygındı ama göçmen meselesinden dolayı Avrupa’da da yakın zamanda arttı milli ve dini hassasiyetler. Bu artışa dair sizin öngörünüz nedir?
Savaş, salgın, afet ve ekonomik krizler milletleri daha tutucu olmaya, dini ve milli değerleri bir çeşit sığınak olarak görmeye iter. Dünya Kovid salgınından sonra aynı olmayacak. O dönemden bu yana demokrasi, hükümet sistemleri, mevcut uluslararası kuruluşların faydası sürekli sorgulanır oldu. İnsanlar yaşamı ve geleceklerini daha fazla sorguluyorlar ve arayış içindeler. O arayışta milli ve dini eğilimlerin artmasının yanı sıra hurafelere, batıl inançlara, komplo teorilerine ve yalan haberlere inananların sayısı da yükseldi. Anksiyete çağında çaresiz kalan insanın kendine bir çıkış araması anlamına geliyor bu. Çıplak Kalp de tam da bu dönemin etkisi altındaki Türkiye’de geçiyor.
Romanda çocuk suçları da ön planda. Bu konu ile ilgili araştırma yaparken çocuk suçlarıyla ilgili nasıl istatistiklerle karşılaştınız? Yakın geçmişle kıyaslarsanız neler söyleyebilirsiniz?
Romanı yazma sürecinde Çocuk Şube’de çalışan polislerle yakın temasım oldu. Hepsine buradan yardımları için teşekkür ediyorum. Teşkilatta gerçekten çok vicdanlı ve idealist polisler var. Çıplak Kalp çocukların işlediği suçlardan ziyade, çocuklara karşı işlenen suçlara eğilen bir roman. Bugün ülkede gördüğümüz en yaygın suçlar, tarikatlarda, bazı merdiven altı Kuran kurslarında ya da yurtlarda yaşanan çocuk istismarı. Size ne yazık ki net bir sayı veremiyorum. Ancak her gün önümüze düşen haberlerin sadece dev bir buzulun görünen kısmı olduğunu düşünüyorum. Türkiye ne yazık ki kadınlara ve çocuklara karşı işlenen devasa suçların üstünün örtüldüğü bir yer.
Romanın kapağında ‘polisiye gerilim’ ifadesi var. Açıkçası ikisinin farklı bir tür olduğunu düşünüyorum. Gerilim deyince sizin ‘Mantolu Kadın’ romanı aklıma geliyor. Her iki türün matematiğinin merak duygusunun ön planda olması dışında farklı olduğunu düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Güzel bir soru. Ben tüm türü kapsayan suç edebiyatı terimini tercih ediyorum. Ancak polisiye yerleşik bir tanım olduğu için kullanılıyor. Mantolu Kadın suç edebiyatında psikolojik gerilim türüne giriyor. Çok genç bir kadının evlendikten sonra eşinin gerçekte kim olduğunu keşfetmesiyle ilgili. Daha içe bakan, mikro iktidarı sorgulayan, bir dedektif ya da polis olmadan bireyin kendi gizemini çözmeye çalışmasına odaklanan bir roman türü. Kayıp Kız, Trendeki Kız, Penceredeki Kadın gibi romanlar bu türe birer örnek... Çıplak Kalp ise neredeyse toplumcu gerçekçi, siyasi bir roman niteliğinde. Elinde adaleti sağlama yetkisi olan Komiser Suat Zamir’in sistemle mücadelesini anlatıyor. Sadece yazma tekniği değil, romanın temel felsefesi açısından da önemli fark burada yatıyor.
‘EDEBİYAT KADINLARI HEP YÜZEYSEL ANLATTI’
Romanın kahramanı Suat Zamir’in ilişkileri neden sorunlu? Âşık olmaktan mı kaçıyor, korkuyor? Kendisiyle ve iç dünyasıyla da çok uğraşan bir polis.
Edebiyat bize yüzyıllardır iç dünyasıyla çok uğraşan erkekleri anlattı, kadınlar genel olarak hep daha yüzeysel, basit ve eksik resmedildi. Suat Zamir Türkiye gibi çok sert bir ülkede polis olarak var olmaya çalışan bir kadının krizine ışık tutuyor. Suat pek çok kadın gibi kendini sorgulayan, hayatıyla ilgili çok düşünen biri. Kafası yer yer karışıyor, aşık olmayı bir erkeğe teslimiyet olarak görüyor ve ayakta kalma içgüdüsüyle hareket ediyor. Zaten onu da bu kadar insani yapan yaşadığı karmaşa.
Masanızda dosya olarak neler var şimdilerde Elçin Hanım?
Kafamda yeni bir Suat Zamir macerası dolanıyor. Bu sefer de daha önce denemediğim bir şeyi denemenin hayalini kuruyorum. Her seferinde okurları şaşırtmak, daha sıkı bir macerada yaşatmak istiyorum. İçinden geçtiğimiz döneme tanıklık etmekten, merak etmekten vazgeçemediğim için gazeteciliğe de elbette devam edeceğim.
DEVLET DİNİ KULLANDIĞINDA DESPOTİZM BAŞLAR
Romanda şöyle bir ifade var:
“Allah’ın her kulu günahkardır. Bir kere işledi mi bir günah gerisi gelir. ‘Bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa artık onlar ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.’ Bu dünyada sevaplarımız günahları geçsin diye yaşarız. Sonrası cennet. Hatta cennete ulaşmanın en garantili yolu şehit olmaktır. Hepiniz şehit olmalıyız o zaman kurtuluş gelir.”
Bu cümleler dini yorumların radikalleşmesini akla getiriyor. Haçlı Seferlerinden önce Papa’nın Katolikleri ikna etmek için kullandığı sözlerden tutun DAEŞ’in varlığına kadar bu radikalleşme hep var olmuş. Dinin gerçeğini anlamak ve yaşamak için nasıl bir eğitim süreci olmalı sizce?
Tüm dinleri anlamak ve hakkınca yaşayabilmek için ilk başta laiklik ve demokrasi gerekiyor. Dinin bir devlet sistemi olarak işlediği yönetimlerde inanç özgürlüğünden söz edemeyiz. Çünkü inanç özgürlüğü aynı zamanda farklı dini inanışların ve inançsızların da özgürlüğü demektir. Hukuk ve devlet mekanizması herkese eşit mesafede, serinkanlı ve belli dogmalara kapılmadan kurulduğunda bireyin özgürlük alanı genişler. Bugün dini rejimle yönetilen ülkelerin çoğunun otoriter, yolsuz ve adaletsiz bir sisteme teslim olduklarını görüyoruz. Din sadece bireye ait bir şeydir, devlet bunu kullandığında despotizm başlar.