Sanat ve edebiyat dünyasının nitelikli grafik çalışmalarıyla tanıdığı bir isim olan Ömer Onay’ın ilk resim sergisi ‘Noktrün’ Kadıköy’de bulunan Page Cafe Gallery’de sanatseverlerle buluştu. Sergide sanatçının Orta Asya bozkırlarında konar göçer Türklerin vazgeçilmez motiflerinden olan ve günümüzde geleneksel sanatlarda kullanmaya devam eden, toplumda hala karşılığı olan nazarlıklarda da karşımıza çıkan çintemaniyi çağdaş bir formla yorumladığı eserleri yer alıyor. İlk kişisel sergisini 64 yaşında açan ressam Onay’ın ‘Noktrün’ serisinde yer alan eserler, kaotik bir dünyada yaşayan modern insanın gözünün önünde olduğu halde göremediklerini hatırlatan bir pencere niteliğinde. Onay rengârenk, umut ve neşe taşan figürleri ile bir arada yaşamanın ipuçlarını veriyor. Sanatçının resim sanatında Picasso gibi isimlerle anılan pütirizm akımını anımsatan, dekoratif yönüyle pop-art enerjisi yayan eserleri 17 Eylül’e kadar görülebilecek. Sergisini ziyaret ettiğim Onay ile okurları için konuştum.
Sizi bir grafik sanatçısı olarak yıllardır, tanır bilirim. Resim yaptığınızı hiç bilmiyordum. Ne zaman yaptınız bu çalışmaları?
Bu seriyi aslında 2005 yılında yaptım. Ancak bu konularda biraz asosyal biriyim, öyle duruyordu. O süre zarfında çalışmalarımı bir mecrada sergilemek adına herhangi bir girişimde bulunmamıştım. Sonra eş dostla sohbet ederken onların da teşvikiyle nihayet sergilemeye karar verdim.
Resimlerinizdeki bozkır sanatının alametifarikalarından çintemaniyi çağdaş bir formla sunuyorsunuz. Çintemaniye merakınız nereden?
Doğu Batı sanatını kendine dert edinmiş biriyim. Osmanlı’da, padişah kaftanlarında vardır biliyorsunuz çintemani motifi, çok hoşuma gidiyordu gördüğümde. Sonra bu motifin nereden geldiğini biraz irdeledim. Muhtemelen ilk olarak Orta Asya’da Uygurlar Mani döneminde görülüyor. İran’da da var, ama kimse net olarak şuradan geliyor diyemiyor. Muhtemelen o dönemde güç, kuvvet göstergesi amacıyla kullanılıyordu. Belki bizde hala süren nazar hikayesi de oradan gelmiş olabilir.
VICTOR HUGO’NUN TANRISAL ‘BÜYÜK GÖZ’Ü
Figürleriniz bize bakan bir sürü gözü, bakma eylemini çağrıştırıyor... Göz, bakmak bunların sizin için karşılığı nedir?
Bakış, bakmak, görüp de bakamamak var. Bakmak önemli bir eylem elbette insan ve sanatçı için. Hugo’nun ‘Büyük Göz’ diye bir şiir var, sanırım Türkçeye aktarılmadı, şiiri okumadım ama eleştirilerini okudum. Habil ve Kabil mitini işliyor bu şiirde. Kabil kardeşini öldürdükten sonra bir kargadan görerek kardeşini toprağa gömüyor, ama bu onu tatmin etmiyor, tanrısal büyük bir gözün onu takip ettiğini düşünüyor, Hugo bunu ‘büyük göz’ diye tanımlıyor. Benim dünyamda böyle bir olgu bakmak. Resim yaparken birini karşıma oturtup çizemem ben. Genelde bulunduğum yerlerde insanları uzun süre izlemeye odaklanırım. Bir süre sonra maskeler düşer mesela. Arzu ettiğim dünyasını ya da benle örtüşen dünyasını bu şekilde yakaladığımı düşünüyorum. Gerçek karakteri, hikayeyi böyle yakaladığımı düşünüyorum, sonra oturup çiziyorum, böylece ekspresyonist bir şey çıkıyor ortaya.
‘ZOR DÖNEMLERDEKİ ÖZLEMLERİMİN ÜRÜNÜ’
Son zamanlarda gezdiğim sergilerde bu kadar renkli, daha doğrusu umut taşan bir enerji hissetmemiştim. Bir karamsarlık hüküm sürüyor genel olarak. Bir de şahsi tanışıklığımıza binaen merak ettim, genelde ‘ciddi’ birisiniz ve sizden böyle bir çalışma beklemiyordum açıkcası, şaşırdım. Yirmi yıl önce yaptığınızı söylüyorsunuz ama sanki tam bu kaotik dönem için yapılmış gibiler. Nasıl oldu bu?
Doğru, genel olarak az konuşan, ciddi görünen biriyim. Ama kolay bir hayat yaşamadım. Kendi içimde zor zamanlar yaşadığım dönemler oldu. Herhalde bu çalışmalar, o zor dönemlerdeki özlemlerimin ürünü. Yaşadığım inişler, çıkışları bütün dünya yaşıyor, hepimiz yaşıyoruz insan olarak. Sonuçta bu yaşananlar yankısını bende böyle buldu.
Mesela ‘Balbal’ eseriniz. Bu eser bana, geldiğinde her şeyin yoluna gireceğini hissettiğimiz, İsmet Özel’in karlı bir gece vakti kapısını çaldığı türden o güzel dostları, insanları çağrıştırdı. Böyle insanlar kaldı mı?
Bana soruyorsan, bende sadece özlemde kaldı. O güzellikler artık ütopik şeyler bana göre. Ama ben böyle insanlar, dostlar olmalı diye düşünüyorum tabii, bu yüzden böyle bir dünya resmettim.
‘TEKNOLOJİYLE BİRLİKTE DÜŞÜNMEYİ BIRAKTIK’
Özlemlerimi resmettim dediniz. Peki son yıllarımızı nasıl değerlendiriyorsunuz, genel olarak modern insanın bugünkü halini?
Bu uzun yaşam içerisinde bugün benim gördüğüm yerde de bir nebze umutsuzluk var tabii. Kendi idealime göre tabii, ben çünkü kuralları önemseyen biriyim, ölçülü davranmayı, mümkün olduğunca az yanlış yapmayı önemserim. Genel olarak insanların bu kurallardan uzaklaştığını düşünüyorum. Ve her şey yoluna girsin istiyorum. İnsan artık iyi bir yere sürüklenmiyor bence. Teknolojiyle birlikte düşünsel hayatı terketti insan. Düşünmüyor, menfaatine bakıyor sadece ne yazık ki. Bencilleşmiş durumda, egoizm ağır basıyor ve bu beni rahatsız ediyor. Bir kaos var, acımasız bir dünya var. İnsanlar toleransı bırakmış, yeni şeyler üretilmiyor üretme diye bir dert yok çünkü. Kolaycılık, kazanma hayatın her alanında. Benim de derdim bunlar.
Kullandığınız renkler de çok canlı ve riskli ancak hiç rahatsız etmiyor. Nasıl seçtiniz?
Tamamen doğal renkler kullandım, hiçbiri yapay renkler değil. Önce doğru renkleri aradım buldum, sonra kendim kararak yaptım. Üç rengi kara kara çıkardım. Bunu yaparken de doğal reçetelere bağlı kaldım. Klasik dünyanın birikimini, yani doğanın birikimini önemsiyorum. Bu renklerin de bozulmamış haline ulaşmaya çalıştım.
Geleneksel sanatlarda da sık kullanılan bir formu başka bir boyuta taşımaya nasıl cesaret ettiniz?
Geleneksel sanatların Orta Asya menşei ile ilgileniyorum ben. Bugünkü tezhip, hat gibi sanatlarda gördüklerimizle değil, kilimlerde gördüğümüz figürlerde. Bahsettiğim formlar geleneksel sanatlarda yok. Çintemaninin özgün şeklini kullananlar vardır elbette ama ben başka bir form üreterek, yeni ilişkiler kurdum. Ya münakaşa ediyor, ya birbirlerini seviyorlar. Eserlerimdeki varlıklar birbiriyle nazar eden varlıklar, nazardan koruyan değil. Mesela ‘Gök Klan’ eserimde bir akvaryum düşündüm. Bir akvaryumun içinde ilişkiler kuruyorlar figürler. Renkler ve figürlerin istifiyle dünyaya dair bir ahenk yakalamaya, kendi dünyamdaki özlemleri gidermeye çalıştım.
Grafik çalışmalarınızda sanatın izlerini hep hissettik. Ancak ilk kişisel serginiz 64 yaşında geldi. Neden şimdi?
Hayat meselesi. Güzel sanatları bitirince hayata atılmak için grafiği seçtim. Bu benim için bir handikap tabiİ. Yıllarca popüler, bir karşılığı olmayan, çabuk tüketilen bir işi büyük titizlikle yaptım. Hayat meselesi olarak tabii. Reklamcılıkla ilişkim buydu. Zaman zaman da resim çalışmaları yapıyor, ihmal etmiyordum öte yandan. Sonra reklamcılık beni yordu, bir yerde kesmedi. Yeni bir yola girme ihtiyacı duydum.
‘KENDİME NE KADAR ÇAĞDAŞIM SORUSUNU SORDUM’
Peki bir sanatçı olarak çağı yakaladığınızı düşünüyor musunuz ya da böyle bir kaygınız var mı?
Hayatım boyunca Batı resmini çok irdeledim, hikayesini okudum. Resimdeki maksatlarına, ekollerine baktım. Ben ne kadar çağdaşım derdine düştüm tabii. Sonuçta çağdaş bir çizgiye oturduğumu düşündüm. Yapılmış bir şeyi yapmanın hiçbir anlamı yok çünkü, yeni bir şey söylemek lazım. Beni bu kaygı düşündürdü hatta durdurdu zaman zaman. Üretmek, yeni bir şey bulmak hiç kolay değil. Bir şey üretmekle de bitmiyor çünkü, peşinden nasıl devam edeceğim sorusu geliyor.
‘Nöktrün’ü geceden ilham alan, geceyi çağrıştıran müzikal bir beste olarak biliyoruz. Neden bu adı seçtiniz?
Bahsettiğim gibi bu resimlerde doğal renkleri kullandım. Bana göre eserlerimde, doğal bir duruş var, doğal olması gerekenleri resmetmeye çalışıyorum. Nöktrünü seçerken, o müzik türünde de benim gayretimle benzer bir amaç var. Sergiye isim ararken bu ismi Akif Kuruçay önerdi. O söyleyince benim zihnimdekilerde de örtüştü ve tamam dedim.
İlk serginizin açılışı nasıl geçti? Yorumlar nasıl?
Açılış çok iyi geçti. Umduğumun üzerindeydi, herkes şaşırdı. Sürpriz ve çarpıcı buldular resimleri. Geç kaldın, niye erken çıkmadın diyenler, devam et diyenler oldu. Ben de o kanaatteyim tabii ama ben biraz asosyalim galiba, işe gömülüyorum, beni başkaları değerlendirsin istiyorum ya da. Tepkilerden memnun kaldım genel olarak.
Bu seri yirmi yıl öncenin ürünleri olduğuna göre, yeni bir çalışma geliyor mu?
Bu seriye devam edeceğim tabii, bitmedi. Ama yeni sürpriz bir serim de olacak. İlkini takip eden bir çalışma olacak ama biraz daha üç boyutlu işler düşünüyorum. Zihnimde oturtum, hayata geçirme kısmı kaldı.
‘TÜRK RESMİNİN KAYNAĞI HALI’
Bir sanatçıyla konuşurken bu tanımı kullanmaktan çekiniyorum ama çok da dekoratif çalışmalar var karşımızda. Kimini seramiğe uygulanmış şekilde de görüyoruz. Bu tarz bir bakış sizi rahatsız ediyor mu?
Evet, dekoratif. Bu beni rahatsız etmiyor. İşin köküne inersek, bizim bir resmimiz yok esasında. Türk resmi, resmimiz halılarda, kilimlerde bizim. Önce doğaçlama üretmişiz, çeyizlik bir halıda görüyoruz. Göçebe bir toplumuz, çeyiz olarak yapılan bir halıda kilimde bizim ilk resmimiz ortaya çıkıyor. O dönemlerde o halıyı yapan belki yavuklusuna bir name gibi yapıyor motifleri. Felsefe olarak da sadece doğadan besleniyor ve bir şey üretiyor. Türk resmi halı bana göre, kaynağı bu. Erken Cumhuriyet döneminde D Grubu gibi gruplar kurulmuş, Türk resmini üretmeye çalışmışlar, öyle bir dertleri olmuş. Bu topraklardan zuhur eden bir dünya resmi üretmeye çalışmışlar, başarılı da olmuşlar. Böyle çabalarımız var ve hala sürüyor. Dekoratif olarak yorumlanması beni rahatsız etmiyor bu açıdan bakınca. Seramik çalışmalarını da kardeşim Hayrettin uyguladı, beğendiğim için sergiye ekledim. Bu figürleri heykel formuna uyarlamayı da düşünüyorum.